15 Haziran 2010 Salı

cansu bir kelebekti

Hayatta herkesin bazı idealleri vardır. Birbirinden çok farklı da olsalar, hepsi kusursuz bir yaşamı hedefleyen adımlardır. Bazısı amacına ulaşmış, bazısıysa sürekli önüne çıkan engellerden söz etmektedir.


Şimdi anlatacaklarımı ister bir öykü, ister bir masal olarak adlandırın. Bu küçüğün idealleri herkesinkinden çok daha farklıydı. Amacı bile başka yöne dümen çeviriyordu. Hayatı boyunca içindeki gülücüklere güvendi. Tiyatrodaki kahkahalar son bulsa da perdeyi kapatmamak için inat ediyor, Ağustos sıcağında içindeki umut ve inançla serinliyor, özgürlüğü sımsıkı ellerinde tutuyordu.


Cansu’ydu o, can suyuydu herkesin. Omzuna düşen altın bukle saçları, engin denizler gibi mavi gözleri, kiraz parçası dudakları ve güneşle parlayan kırmızı yanakları vardı. Her bebek gibi ağlamazdı. İki yaşına bastıktan bir süre sonra kalbinde delik olduğu anlaşıldı. Oysa bu ona herkesten farklı yaşadığını, bunun olağanüstü olduğunu hissettiriyordu.


On altı yaşını geçtiğinde, Azrail’i görüp ona dil çıkartmıştı. Üç gün geçirdiği ağır komadan sonra bile açabilmişti gözlerini, kalp atışlarını hala duyabiliyordu ve ilk soluğu da o kadar zor olmamıştı… Ters giden tek şey, Azrail bu kadar aşağılanmaya alışık değildi. Cansu’nun iki bacağını birden aldı. Bilmiyordu ya bu Cansu’ya engel falan değil. Hala tutunabilecek iki kolu, Dünya’ya açılan gözleri ve umutla parıldayan gamzeleri vardı. Ayağını yerden kesen sandalyesini hiçbir zaman öç olarak görmedi. O bir yarış arabasıydı. Onunla dertleşiyor, küçük muzipliklerine onu da alet ediyordu. Tek sorunu sokakta ona ve onun gibilerine acıyarak bakanlara, renkli hayatlarını gösterebilme isteğiydi. Kolay değildi.Bir derin soluk daha alabildi ve bir başka soluk…


Böyle gülünemezdi hayata. Kimisi onu deli görerek hastaneye kapatılması gerektiğini öne sürdü.Bu ona bambaşka bir boyut getirdi. Oradaki her hasta bir diğerinin doktoruydu. Konuşarak, anlatarak, belki de sadece dinleyerek. Soruya değil, ardına odaklanmayı öğrendi. Dağın arkasında denizi, ayın ardında güneşi ve her bir insanın tek elinde bile on adet parmağı olduğunu gördü. Elini ışığa tutup, aydınlığa odaklanınca ona gülümseyen tam on adet parmağı vardı…


Hastaneden taburcu olduğunda insanlara yardım etmek istediğini fark etti,Tıp fakültesini bitirdi.Okurken de hayattan dersler çıkarttı.Hiç bir okulda öğretilmeyen, insanın içinde keşfedebileceği bir takım duygulardı bunlar…Kelebek gibi uçabilmek, insanlara el uzatmak, küçücük bir karıncayı örümcekten kurtarmak gibiydi.Doktorların somurtkanlığı sinirini bozuyordu küçük kelebeğin…Onlara da gülmeyi öğretmeliydi!Son nefesimizde yanımızda kıkırdayan birini değil, işinin eri bir doktor görmek isteriz.Oysa aksine kimi insan nasılsa bir gün öleceğimizi düşünür.Önemli olan bunu geciktirmek değil, her anını bir ömür gibi geçirmektir.Doğru ya da yanlışlığını ben savunamam.Çünkü o da bizim için bir engel olacaktır.


Cansu kendi engellerini aştığını düşündüğünde başkalarına yürümeyi, hatta ne olursa olsun koşmayı öğretti.Hayatın size vereceği dersler bittiğinde, siz ona kahkahayı öğretin; bir çocuğun şekeri bittiğinde sabretmesini öğütleyin ona ve işe yarayıp yaramadığını düşünenlere sarılın, ağlayanlara teşekkür etmesi gerektiğini anımsatın!Hayatın palyaçosu olun!Hayır ağlama palyaço her an makyajın akabilir…Tek bir gözyaşı deniz olduğunda çok geç olacağı muhtemel değil kesin bir kanıdır!O zaman fırtınaya kürek açıp da bir arpa boyu yol gidemediğinizi görürsünüz…Kelebeklerin ömrünü, inançları, hangi mevsimde yaşadığınızı anımsayın!


Çünkü, insanların ömrü aslında her şeyden kısadır.Biz fark etmesek de belki kelebeklerinkinden bile…Tabi ki her kelebeğin ömrü bir gün değildir.Belki daha az, belki daha fazla…Bu yönden insanlara benziyorlar aslında.Biraz da nasıl yaşadığına bağlı, ne kadar kanat çırptığına…


Hayat, aslında bir nevi kanat çırpmaktır, bazen düşmek bazen de uçmaktır! Ne engel görürsen gör. Somuttur aslında. Hani savaşlar okuduk tarih dersinde, gördük. Orada bir kolunu kaybeden askerler diğerine inandılar. İnandılar! Bu somut bir nedendi. Acı çekmek de bir nedendir, somut gözyaşlarına dönüştüğünde. “ Ama asla bir engel değildir.” falan diyemeyeceğim.Engeldir, yıkılması gereken çok kalın bir duvar gibi.Yıkmak için sarf ettiğimiz güç hiçbir zaman kayıp olmamıştır ya.Aksine kendimize olan güvenimizin artmasıdır.


Hayatta her şey siyah ile beyaz kadar net değildir, griler de vardır.Ama bu griler de alternatif anlamına gelemez, engeldir.Engeldir, yıkana kadar…Evet ve hayır gibi net değildir hayat, görebileceğimiz kadar net ifade etmez kendini.Ne kabul, ne de reddedebilirsin…
İkisini ayıran çizgidedir netlik. Örneğin doğru ve yanlış, aydınlık ve karanlık gibi.Belki her şey daha kolay olurdu bu çizgiyi görebilseydik.Nettir belki evet ama somut değildir.Belki duygudur, histir, engeldir.Yıkmak için yine inanç ve sabır gerekir.Kolay değildir! Hislerle yok edebileceğimiz her şey hislerden doğar.Yani bir bakıma engel deyip caydığımız fikirler kendi kendimize oynadığımız bir oyundur! Yıkmamız gerekir zor olsa da.Ama yıkınca…
Engelleri yıkmak, uzunca bir iskeleden tüm sıkıntıları denize atmak gibidir.Çok zorlanırız,dayanamayabiliriz de.Başka seçeneğimiz yoktur, mecburuzdur onları atmaya.İskeleyse bu yükü taşımak için çok uzundur.Amacını bulamadıysan tabi…İyiyle kötüyü ayırt etme ağacından bir meyve yiyeyim deme sakın, o zaman ölürsün! Eğer hala yemediysen çık merdivenlerini ağır ağır iskelenin. İnan Onları atınca her şey değişir.İşte o zaman rüzgarı hissederiz!


İnancın kuvvetli hissettirdiği o tatlı meltemi.Başka hiçbir şeye benzemez.Özgürlüğü ele aldığımızın verdiği güce güveniriz.Özgürlüğü ele almak, engelleri aşmakla aynı hissi verir.
Bir büyüdür bu, hissetmesi en kolayı ama reddedemesin. Kabul de edemezsin ya başka bir konu o…


Engelleri aşmak kısa ve zordur, hayat gibi…Zordur kanat çırpmak fırtınaya karşı, güneşi görsek de.Somuttur her şeyden fazla, nettir engeller gibi.Özgürdür ve hayat bir iskeleyse eski tahtalar engel olamaz yürümemize.Meltemini yakından bildiğimiz zaferdir, özgürlüktür. Çünkü daha önce tatmışızdır, hayata gözlerimizi açtığımız gibi.Zafere giden yoldaki engelleri silmektir bazen hayat.


Bir evreden sonra her şey dala kolaydır.Ama kullandığımız düşünceleri seçmek zorunda kalabiliriz.Her şey değişebilir bir anda.Engel burada başlar, yıkamazsanız.Kimi de fark etmeden hepsini yıkmıştır.Her soluğu almak kadar kolay, yüzüne meltemi çarptığında, matemini işlediğinde…Özgürlükte bile içten içe haykıran bir hüzün vardır.Bu da hayatın derinindeki sevinci aramak için.Bulduğunda engel falan göremezsin artık.Şimdi hayat önüne serpilmiş bir nebze sonbahardır.Belki de tek engelin ıslak yapraklar olur.İnancını kaybetmemen için…Eğer kaybedersen, her şey engeldir artık sana!
Cansu dedim ben içimizdeki inanca.Can suyumuzdur o.İsimsiz binlerce ruh taşırız içimizde, bu da onlardan sadece biriydi.Cansu bir kelebekti.
Hepimiz bir kelebeğiz.Nereye uçarsak uçalım.Eğer bir gün insanları ciddiye alırsanız engelleri düşünün ya da hayatı…Onlara gülümseyin, her şey değişecek.Şimdi engel kalmaz.Çünkü hala hayata sarılabilecek iki kolumuz,ona açılan gözlerimiz ve bizi ayakta tutan bacaklarımız var.Engelleri bunlar yıkar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder