19 Haziran 2010 Cumartesi

degisimin parcasi

kaybetmeyi korktugum icin sevmedim
kimi sevdiysem arkami donup bakkala gitsem
yerlerinde bulamadim
komsuya bakacagim diye ciktigimda ellerimi kaybettim
ekmek alacakken karsi bakkal muarremden gozlerimi yitirdim
ve bir gun o kadar azaldım ki
bir tek kalbim benimle olsun diye kimseyi sevemedim
kimi sevdiysem gittiler
ya da ben gitttim

sevmeyi mi birakacaksin gitmeyimi dediler
ben gitmeyi sectim
yine sevdim
yine kaybettim

sevmeyi mi birakacaksin gitmeyimi dediler
ben sevmeyi sectim
onlar benden once gittiler

geri dondugumde yoktular ve belki hic olmayacaklardi
nerede ne yaptiklarini bilmeyecektim
eski yuzler tanidim
ve bi cogu sevmeyi hic tatmamislardi
acidim onlara
ama aslinda
icten ice bu merhametim kendimeydi
ben hic sevemedim
beni hep korkuttular

ne zaman kalpten sevsem
yol cikar diye korkarim simdi
ve geri geldigimde orada olmayacaklar

bazen dusunurum yanlis yere mi geri donuyorum diye
bunu sorduklarim bana insanlar degisir dediler
belki yok sandiklarim aslinda degisenlerdi derim
bunu soylediklerim bana degisenler giderler dediler

degistirenleri sorgulamaya kalktim
degisimin bi parcasi oldum
kanat taktim uctum
ama simdi diyarimi bilmiyorum

ben hic sevemedim anne
beni hep degistirdiler

15 Haziran 2010 Salı

baslik

oysa sadece sevdim...
ben seni acı çekmek için sevdim
aşk değildi nefret değildi bildiklerim
elime bir kağıt aldım bir de kalem
sen değildin çizdiklerim...


ve bir gün adını fısıldamamaya başladı
her sonbahar düşündüklerim
ağladım çok ağladım
bir daha geri dönmeyecek
uçurtma oldu kağıdım, kalemim
ben seni çölde yağmur gibi
kör karanlıkta ayık meltem
tüm bengilim düşlerim gibi
kimseyi sevmediğim kadar
çok ama çok daha sevmiştim seni
bir daha geri dönmeyecek
çünkü ben seni, ben seni...

ben seni acı çekmek için sevdim...


mutlu etmeyecek biliyordum
hep bir zehirdi her tebessüm
çünkü sonu vardı, bitecekti biliyordum
her tatlının acısı, düşlerimin kararması..
gökkuşağının yok olması gibi sevdim
benseni acı çekmek için sevdim..
BİLİYORDUM !!


biliyordum ama
seni beklerken başladı yağmur
bir meltem durdu önümde
kuru yapraklar savruldu benzimde
belki son değildi biliyordum

gökkuşağı çıktı ardından
çok renkliydi belki
beni ağlatabilecek kadar
oysa bu ilk değildi biliyordum

aslında..
aslında senin için ilkti
senin için ağlamam
belki yalan
koskoca bi yalan
asla doğru da değildi biliyordum

bir saray gibiydi matemli
kimine göre bir bayramdı hüzünlü
ama ağlatmayacaktı kimseyi
bu kadar duygusuzdu biliyordum

biliyordum evet, ancak hiç yaşamamıştım
'aşk' değildi sanmıştım, ne yalan, ne doğru
ve şimdi birçok şey iöğrenmişim
herşeyi sadece sandığımı biliyormuşum
yeterdi
birtek
seni sevdiğimi
bilseydim...

sahnem dizelerim

Karanlık, çok karanlık! Neredeyim ben? Hastane mi? Niye ama?
Doktor Bey bakar mısınız?

“Hocam gelin lütfen,hasta gözlerini açıyor.Bakın söylemiştim, olası bir felçten farklı, sadece konuşamıyor ve yürüyemiyor.Aslında bizi duyabiliyor bile.”

Ne konuşamaması ahmak! Sen neler zırvalıyorsun? Hey sen doktor! Aklı başında birine benziyorsun.Neler oldu, evime ne zaman dönüyorum? Milyn tane provam var benim, gösterim çok yakın! En son arabamdaydım ve bir anda etraf bulanıklaştı. Hiçbir ses hatırlayamıyorum.

“Aferin evlat haklısın.Göz bebeği hareket halinde, görebiliyor ve ışığa da tepkisi çok kuvvetli…”

Tabi ki görüyorum.Çek şu feneri doktor gözümü alıyor!

“İsminizi bana söyleye bilir misiniz bayan?”

Ah…Sonunda, memnun oldum ben İlke Beyaz.Sahne oyuncusu, balerin ve aynı zamanda amatör şairim.Şimdi neden burada olduğumu bilmek istiyorum.

“Dediğim gibi şefim, konuşamıyor.”
“Evet, peki ya elleri?”
“Onlar normal fonksiyonunda ama bir daha konuşamayabilir…Yürüme refleksi ise belki uzunca bir fizyoterapiden sonra yerine gelecektir.”

Şaka mı yapıyorsunuz? Ben İlke Beyaz dedim.Demiştim!

“Bayan ne olur ağlamayın! Kesin bir kanı yok ortada.Şimdi size soracaklarıma cevabınız evet ise bir kez, hayır ise iki kez göz kırpın.”
“Tam izah etmek gerekirse; parmak hareketlerinin zayıflığından ötürü yazı da yazamaz.BU yöntem çok daha iyi şefim”
“Başlıyorum o halde…Devlet tiyatro oyuncusu İlke Beyaz, 38 yaşında, evli ve iki çocuk annesisiniz? Beni duyabiliyor musunuz?”

Tahminim kadar zor değilmiş.Bir kez kırptım gözlerimi.EVET!

Yürüyemeyecek miyim?Konuşmak yazmak da olmayacak.Bale, sahne, şiirlerim? Ben size yıllarımı verdim.Böyle mi bırakacaktınız beni?Asla! İnat edeceğim size.Nefret değil sevgimden olacak inadım.

Doktorun elindeki de ne, bir ayna? İfadesiz boş bir İlke göreceğim yansımasında…

Kapatın gözlerimi bakmayacağım.
Ey siz perdeler kapanın!
Kapanın ışıklar, siz neşe yuvaları
Reddediyorum, bu sahneyi görmeyeceğim!
Sonunda yalnızım.Sahnem, dizelerim sizi kastetmemiştim.Ne diyordu anons?
Hmm …Doktor İzzet Aksoy! Memnun oldum doktor.Uzun süre burada olacağım anlaşılan.

Bırakmayın burada, korkarım ben
Rüzgar uğuldar, yağmur çiselerken.
Gitmeyin yanımdan!
Düşüncelerle konuşursam
Çok yalnız kalırım.
Siz duymayın ne çıkar?
Ben yine de haykırırım!

Saat gece yarısını çoktan geçmiş.Güneşi bekleyeceğim.Kalemi tutana, sahneye çıkana kadar.Güneşi bekleyeceğim!
Yıllarca o kadar rol aldım, binlerce ruha büründüm.Şimdi kendim bile olamıyorum…
Doktorun her gelişini sayar oldum.
Göz kırpmayla şiir mi yazılırmış? Hemşire çok kararlı görünüyordu.Bana alfabeyi sayacak, ben de istediğim harfte göz kırpıp durduracağım.Aslında düşününce…Neden olmasın?
Doktorları dinliyorum, kapı eşiğinde konuşulanlar orada kalmıyor.Hastalardan ve çoğu kez ölümden bahsediyorlar.Olmaz! Bir daha onları dinlemeyeceğim.

Yaşayacağım her şekilde,
Kanadı kırık kuş gibi
Bir kuyuya düşsem…
Yaşayamaz mıyım sanki?
Koşacağım adeta.
Uçacağım uçurtmalarla,
Yarışacağım kuşlarla.
Yaşayacağım ben!

Tekerlekli bir iskemlem var şimdi.Alıştım da velede.Nasıl yürütüyor beni.
Şiir de güzel gidiyor, şimdiden elliyi buldu.Bu hızla yazarsak kitap bile çıkarabilirim.Hem artık evden gidip gelecekmişim fizyoterapiye.Evi değil, ben sahnelerimi istiyorum. Sahnelerimi, sahnelerimi!

“Sah-ne-le-ri-mi”
“Doktor Bey, şefim! Hasta konuştu.İlke Hanım konuştu!Yemin edebilirim ki
“Sahnelerim” dedi, orayı istiyor.Ama şaşılacak irade doğrusu.İki aydır tek kelime edemeyen hasta böyle uzun bir kelime söyledi.”

İki ay oldu demek.Anlaşılan hiçbir akşamı saymamışım o günden bu yana…

Saymadım akşamları
Bekledim bir tek güneşi,
Döneceğini biliyordum!
Biliyordum beni sevdiğini
Dizeleri, sahneleri…



Güneş de döndü, dizeler de.Giden kolay dönmezmiş, olur mu öyle şey? Sahnelerim de dönecekler!Şiir yazmama engel olmadığı gibi dans da edeceğim.Parmaklarım reddetmiyor kıta’ları.Reddetmemeli ayaklarım da dansı!Sadığım elbet tekerleklere.Ama olmuyor eskisi gibi…

Günler hızlı geçiyor.Her saniyenin anlattığı, öğütlediği bir şeyler var.
Tam yürüdüğüm söylenemez ama kalkabiliyorum ayağa.İhanet etmeyeceğini biliyordum ya dizelerin, sahneler de etmedi.Çok cana yakın değil belki ama her gün onlarla dertleşmeye gidiyorum.Artık benim rollerim bambaşka!Kendim olamıyorum da yanımda bütün maskeler.Dans edemezken kendim olmamı bekleyemezsiniz!Tek acıyan yaram bu.
Hatırlayamadığım araba kazamdan 9 yıl geçti.Belki de 10…Yeniden yazmaya başlayalı
8 yıl oldu.Konuşmaya başlamadım, hiç susmamıştım ki.Ama ciddi biçimde beni kolayca duymaları 6 seneyi devirdi.Ya da duyduklarını sanmaları…Belki de hala duymuyorlardır.Bilmiyorum…Yaşadıklarımı yazsam da okuyamazlar! Çünkü ilmiğin ucunda ‘Hissetmek’ var.Kırmızıda ateşi, mrda gücü, mavide buzu hissetmek…Mavide gökyüzünü…

Düşünmek var beyazı
Hissetmeliyiz hayatı
Engel bilmemek var
Uçurmaksa uçurtmaları…

Gökkuşağının 8 renk olduğunu bilip binleri hissederiz.Görürdüm ayaklarımı kullanamayacağımı bilirdim.Duyardım dizeleri, yazamayacağımı bilirdim.Sanardım! Yürüdüm de, yazdım da…
Engel görmek bir sınır değil.Somut diyemeyiz.Öyleyse bizim uydurduğumuz bir histir engel.Hisleri de yıkabiliriz!

Bıraktım iki tekerleği de
Onun yerine
İki kanat aldım,
Taktım omuzlarıma.
Siz benim engelimsiniz karanlığa!

Daha bir barıştım hayatla şimdi
Nefes alıyorum daha derin
Önceden alamadığımı fark ettim
Siz olmadan
Sahnem, dizelerim…
Daha değerli her şey şimdi!

cansu bir kelebekti

Hayatta herkesin bazı idealleri vardır. Birbirinden çok farklı da olsalar, hepsi kusursuz bir yaşamı hedefleyen adımlardır. Bazısı amacına ulaşmış, bazısıysa sürekli önüne çıkan engellerden söz etmektedir.


Şimdi anlatacaklarımı ister bir öykü, ister bir masal olarak adlandırın. Bu küçüğün idealleri herkesinkinden çok daha farklıydı. Amacı bile başka yöne dümen çeviriyordu. Hayatı boyunca içindeki gülücüklere güvendi. Tiyatrodaki kahkahalar son bulsa da perdeyi kapatmamak için inat ediyor, Ağustos sıcağında içindeki umut ve inançla serinliyor, özgürlüğü sımsıkı ellerinde tutuyordu.


Cansu’ydu o, can suyuydu herkesin. Omzuna düşen altın bukle saçları, engin denizler gibi mavi gözleri, kiraz parçası dudakları ve güneşle parlayan kırmızı yanakları vardı. Her bebek gibi ağlamazdı. İki yaşına bastıktan bir süre sonra kalbinde delik olduğu anlaşıldı. Oysa bu ona herkesten farklı yaşadığını, bunun olağanüstü olduğunu hissettiriyordu.


On altı yaşını geçtiğinde, Azrail’i görüp ona dil çıkartmıştı. Üç gün geçirdiği ağır komadan sonra bile açabilmişti gözlerini, kalp atışlarını hala duyabiliyordu ve ilk soluğu da o kadar zor olmamıştı… Ters giden tek şey, Azrail bu kadar aşağılanmaya alışık değildi. Cansu’nun iki bacağını birden aldı. Bilmiyordu ya bu Cansu’ya engel falan değil. Hala tutunabilecek iki kolu, Dünya’ya açılan gözleri ve umutla parıldayan gamzeleri vardı. Ayağını yerden kesen sandalyesini hiçbir zaman öç olarak görmedi. O bir yarış arabasıydı. Onunla dertleşiyor, küçük muzipliklerine onu da alet ediyordu. Tek sorunu sokakta ona ve onun gibilerine acıyarak bakanlara, renkli hayatlarını gösterebilme isteğiydi. Kolay değildi.Bir derin soluk daha alabildi ve bir başka soluk…


Böyle gülünemezdi hayata. Kimisi onu deli görerek hastaneye kapatılması gerektiğini öne sürdü.Bu ona bambaşka bir boyut getirdi. Oradaki her hasta bir diğerinin doktoruydu. Konuşarak, anlatarak, belki de sadece dinleyerek. Soruya değil, ardına odaklanmayı öğrendi. Dağın arkasında denizi, ayın ardında güneşi ve her bir insanın tek elinde bile on adet parmağı olduğunu gördü. Elini ışığa tutup, aydınlığa odaklanınca ona gülümseyen tam on adet parmağı vardı…


Hastaneden taburcu olduğunda insanlara yardım etmek istediğini fark etti,Tıp fakültesini bitirdi.Okurken de hayattan dersler çıkarttı.Hiç bir okulda öğretilmeyen, insanın içinde keşfedebileceği bir takım duygulardı bunlar…Kelebek gibi uçabilmek, insanlara el uzatmak, küçücük bir karıncayı örümcekten kurtarmak gibiydi.Doktorların somurtkanlığı sinirini bozuyordu küçük kelebeğin…Onlara da gülmeyi öğretmeliydi!Son nefesimizde yanımızda kıkırdayan birini değil, işinin eri bir doktor görmek isteriz.Oysa aksine kimi insan nasılsa bir gün öleceğimizi düşünür.Önemli olan bunu geciktirmek değil, her anını bir ömür gibi geçirmektir.Doğru ya da yanlışlığını ben savunamam.Çünkü o da bizim için bir engel olacaktır.


Cansu kendi engellerini aştığını düşündüğünde başkalarına yürümeyi, hatta ne olursa olsun koşmayı öğretti.Hayatın size vereceği dersler bittiğinde, siz ona kahkahayı öğretin; bir çocuğun şekeri bittiğinde sabretmesini öğütleyin ona ve işe yarayıp yaramadığını düşünenlere sarılın, ağlayanlara teşekkür etmesi gerektiğini anımsatın!Hayatın palyaçosu olun!Hayır ağlama palyaço her an makyajın akabilir…Tek bir gözyaşı deniz olduğunda çok geç olacağı muhtemel değil kesin bir kanıdır!O zaman fırtınaya kürek açıp da bir arpa boyu yol gidemediğinizi görürsünüz…Kelebeklerin ömrünü, inançları, hangi mevsimde yaşadığınızı anımsayın!


Çünkü, insanların ömrü aslında her şeyden kısadır.Biz fark etmesek de belki kelebeklerinkinden bile…Tabi ki her kelebeğin ömrü bir gün değildir.Belki daha az, belki daha fazla…Bu yönden insanlara benziyorlar aslında.Biraz da nasıl yaşadığına bağlı, ne kadar kanat çırptığına…


Hayat, aslında bir nevi kanat çırpmaktır, bazen düşmek bazen de uçmaktır! Ne engel görürsen gör. Somuttur aslında. Hani savaşlar okuduk tarih dersinde, gördük. Orada bir kolunu kaybeden askerler diğerine inandılar. İnandılar! Bu somut bir nedendi. Acı çekmek de bir nedendir, somut gözyaşlarına dönüştüğünde. “ Ama asla bir engel değildir.” falan diyemeyeceğim.Engeldir, yıkılması gereken çok kalın bir duvar gibi.Yıkmak için sarf ettiğimiz güç hiçbir zaman kayıp olmamıştır ya.Aksine kendimize olan güvenimizin artmasıdır.


Hayatta her şey siyah ile beyaz kadar net değildir, griler de vardır.Ama bu griler de alternatif anlamına gelemez, engeldir.Engeldir, yıkana kadar…Evet ve hayır gibi net değildir hayat, görebileceğimiz kadar net ifade etmez kendini.Ne kabul, ne de reddedebilirsin…
İkisini ayıran çizgidedir netlik. Örneğin doğru ve yanlış, aydınlık ve karanlık gibi.Belki her şey daha kolay olurdu bu çizgiyi görebilseydik.Nettir belki evet ama somut değildir.Belki duygudur, histir, engeldir.Yıkmak için yine inanç ve sabır gerekir.Kolay değildir! Hislerle yok edebileceğimiz her şey hislerden doğar.Yani bir bakıma engel deyip caydığımız fikirler kendi kendimize oynadığımız bir oyundur! Yıkmamız gerekir zor olsa da.Ama yıkınca…
Engelleri yıkmak, uzunca bir iskeleden tüm sıkıntıları denize atmak gibidir.Çok zorlanırız,dayanamayabiliriz de.Başka seçeneğimiz yoktur, mecburuzdur onları atmaya.İskeleyse bu yükü taşımak için çok uzundur.Amacını bulamadıysan tabi…İyiyle kötüyü ayırt etme ağacından bir meyve yiyeyim deme sakın, o zaman ölürsün! Eğer hala yemediysen çık merdivenlerini ağır ağır iskelenin. İnan Onları atınca her şey değişir.İşte o zaman rüzgarı hissederiz!


İnancın kuvvetli hissettirdiği o tatlı meltemi.Başka hiçbir şeye benzemez.Özgürlüğü ele aldığımızın verdiği güce güveniriz.Özgürlüğü ele almak, engelleri aşmakla aynı hissi verir.
Bir büyüdür bu, hissetmesi en kolayı ama reddedemesin. Kabul de edemezsin ya başka bir konu o…


Engelleri aşmak kısa ve zordur, hayat gibi…Zordur kanat çırpmak fırtınaya karşı, güneşi görsek de.Somuttur her şeyden fazla, nettir engeller gibi.Özgürdür ve hayat bir iskeleyse eski tahtalar engel olamaz yürümemize.Meltemini yakından bildiğimiz zaferdir, özgürlüktür. Çünkü daha önce tatmışızdır, hayata gözlerimizi açtığımız gibi.Zafere giden yoldaki engelleri silmektir bazen hayat.


Bir evreden sonra her şey dala kolaydır.Ama kullandığımız düşünceleri seçmek zorunda kalabiliriz.Her şey değişebilir bir anda.Engel burada başlar, yıkamazsanız.Kimi de fark etmeden hepsini yıkmıştır.Her soluğu almak kadar kolay, yüzüne meltemi çarptığında, matemini işlediğinde…Özgürlükte bile içten içe haykıran bir hüzün vardır.Bu da hayatın derinindeki sevinci aramak için.Bulduğunda engel falan göremezsin artık.Şimdi hayat önüne serpilmiş bir nebze sonbahardır.Belki de tek engelin ıslak yapraklar olur.İnancını kaybetmemen için…Eğer kaybedersen, her şey engeldir artık sana!
Cansu dedim ben içimizdeki inanca.Can suyumuzdur o.İsimsiz binlerce ruh taşırız içimizde, bu da onlardan sadece biriydi.Cansu bir kelebekti.
Hepimiz bir kelebeğiz.Nereye uçarsak uçalım.Eğer bir gün insanları ciddiye alırsanız engelleri düşünün ya da hayatı…Onlara gülümseyin, her şey değişecek.Şimdi engel kalmaz.Çünkü hala hayata sarılabilecek iki kolumuz,ona açılan gözlerimiz ve bizi ayakta tutan bacaklarımız var.Engelleri bunlar yıkar

dalga

***
senin aşkın bana meleklerin değneğiyle yazılmış bir kabus.
belki de bi hayal.
duvarlarında hüzün
sessizliğinde senin bakışların var.

***

Uyan uçurum

Kaçarken daha da sınıra yaklaşmışız
kurtulmak elimdeyken
düşmek üzereyiz
çırpınmak nafile
biz sadece beklerken yaşlanmışız

ağlama ipek gözlü kurt
oysa daha dün görüyrum
seni bir parkta
kuru ağacın altında
ağlıyorsun, haykırıyorsun
boşa kanat sallıyorsun!
hala anlamıyorsun?

düşün uçurumun kenarında
mavi uçurum, kırmızı deniz
neden uğraştık savaştık
bir ölüm uğruna
sonsuzluğu bilirken
sonu bekledik?
neden böyle bir yer düşledik?

özgürlüğe uzakken esirlikten kaçtık
uçurumun kenarındasın
kısa ömürlü yılan
bir kelebek gibi

yaşam çok uzun neden
esir oldun bu güce esinken
tohum açmadan filizlenen
çiçeğe inanç çok mu kolay?

yurdunu kaybetmiş kalpsiz
hayaller sonu ağlatmış
uyanamayan uçurumun rüyasında

usulca sesler geliyor bir çocuktan
belki de ağlıyor kim bilir
bir keman telinde yürüyor
oyunun içindeymiş gibi umursamıyor

bu oyun değil
anla
hayat!
gerçek değil ki filizlenen
birden
yürek mi sönen
yoksa umutlar mı?

az önce alev alev
kurtulmak elindeyken
uçurumun kenarında
şimdi çırpınıyorsun

sıraylamı düş oyunu
yoksa gerçekmi
vefanın çilenin sırası
çünkü hayat
iki üç top numarası, çünkü hile

yok başka çare
çırpma kanat
alacalı meltem sahiline
hani ardında güneş batan
sakin değil fırtınalı göl
belki olamayacakki yarın
dört yanı deniz miydi buranın?
yıllarca görmediğim adalar
şimdi orada
sehpanın koyuluğunda yüzüyorlar..

durmak elindeyken neyine ulu filiz coşmak
ağlıyor gülerken o
af diliyor kaptandan
yalvarıyor bir çare
o sessizken haykırıyor
işe yaramıyor
o hala uçurumun kenarında uyuyor

uyan melek çocuk uyan
hayatın son bulacak uyanmazsan
sakın ağlama
gözyaşların gerekli bize
bir iki gülücük kurataracaksa düşmekten
hadi gül
ayaklandı yürüyor umutlar
yıldızlar seninle
ve onlar
şahit aya bu gece

sen şimdi gidiyorsun GİT
gözlerin durur mu hiç
onlar da gidiyor elbet
gitsinler
acımasızca vururlar hançeri kalbime
ancak şunu bilki sen
gözlerin olmadan yaşayamam ben
GİTME!

ilk sonbahar

tutunmak istedim dalarına
sarılmak yapraklarına
dokunmayı denedim
zaman ilk bahardı düşlediğimde
hayal ettim
herşey yeni herşey taze
tek bir gülümsemen fırtınam
gözyaşların yanalımdı
asla ağlama
biliyorum çünkü o da acıtacak
belki canımı daha da yakacak
anılarımızı silemem diyorsun
sus
deme öyle silerler
farkına bile varmazsın
bir sonbaharına bakar bu yemyeşil baharın!

sadece 2

bugün kaçıncı kez düşündüm
hiç ağladım mı
ismini anmayacağım diye kaçıncı söz verişimdi
bilmiyorum
bilmiyorum
neden dur demedim

gittinmi bilmiyorum
ben burada kaldım
şimdi nerdesin soramıyorum
yada napıyorsun
alışkanlık değildi
hep seni beklemem
sadece bir ihtiyaçtı
ihtiyaçtı nefes alabilmem

şimdi içime çekiyorum senin soluyamadığın o havayı
ve bir kez daha yavaşça
özlemle acıyla
bir kez daha gitme dercesine çekiyorum
yavaşça doluyo gözlerim
ağlamıyorum
soramıyorum nerdesin
yada napıyorsun
soramıyorum
gözlerimi kapıyorum göremiyorum
nerede bir hayat düşlesem
susuyorum
o yok
diyorum, susuyorum
ben sen yokken
acı çekiyorum
her nefesim bir yük dercesine
yavaşça bir kez daha
çekiyorum
havayı
gözlerim çekiliyor aynı anda
ve kapıyorum bir dalgayla
açamıyorum
o yok
diyorum
susuyorum

yağmur başlıyor duyuyorum
bir önceki kazaydı diyorum
bulutların edası
gitmem kazaydı
ağlamıyorum
o yok diyorum susuyorum

cunku bazen ask nefes almaktan daha zordur

bir sigara dumanında canlanıyor hayalin
gitmiyor acıyla
son nefesimi yine çekiyorum onunla
yinede gitmiyor

son gidişindeki gibi herşey
kahve gibi ağır kokuyor yapraklar
yağmurun sesi gibi fısıldıyor
yeniden anlıyorum
sonbahar

yaprak dökümü
gidiyorlar bir bir
sen gibi
geri geleceğin mevsim

neden bu şehirde bir seni hatırlatır sonbahar
neden ismi sonbahardır
bir saman renkli anı canlanır
sonbahar

biraz daha acıyor her nefesimle içim
biraz daha soluyor gözlerimin rengi
biraz daha özlüyorum seni
ve biraz daha duygulanıyorum

düşüyorum
elimi tut
gitme
yapabilirsen

düşüyorum
onu tuttuğun gibi
benide tut elimden
ve birini fısılda kulağıma
en güzel yaz dilerklerinden
birini daha

yanaklarım ıslanmıyor ama
ağlıyorum
içime akıyor kan kırmızı yaşlar
biraz pişmanlık biraz özlem
her geçen saniye
biraz daha özlüyorum
içimden gelenler dökülemiyor kalemime bir sınır var gibi
alamıyorum nefesimi bir yük var gibi
içime çekebiliyorum yalnızca
zor geliyor her nefes
zor geliyor aşkın
ama biliyorumki
daha zor nefes almak

sen yokken..

korkuyorum

demir trabzanlara sürgün ağır ağır çıkıyorum merdivenleri.karanlık bir dolu merdiven, nereye gittiğimi biliyormuşum gibi emin adımlarla çıkıyorum.ay ışığı süzülmüş içeri dikdörtgen pencereden.sanki alıp beni benden götürecek yada seni benden.korkuyorum...
dışarıda köpekler uluyor.saati bilmiyorum.sabaha karşı 3, belki...ya da 4, bilmiyorum.aslını söylemem gerekirse bilmek de istemiyorum ne zamandır senden uzağım ya da kendimden.
o gece o odada yalnız neler yaşadım bilmezsiniz.bilmezsiniz ölümle ne kadar uğraştım.onu ben seçmişim.böyle düşünüyor bir yazar.böyle düşünüyor doktorlar, manav, bakkal harun yada hüseyin usta.böyle düşünüyorlar hakkımda, ben ne düşünüyorum önemsizmiş gibi.
yalnızım.acıtıyor her harfiyle yalnızlık.karşı kaldırımda "yıldırım" yazıyor.taş düşmüş ı harfine, silinmiş.yıldırım düşmemiş silmemiş de taşı.taş silmiş onu.
işte ben de seni böyle sildim.

perdemi aralıyor rüzgar:
ben geldim yine, ben geldim.susma böyle, geçme kendinden. ya da benden.sen onu unutmadın da o mu seni unuttu.böyle mi düşünüyordun? ağlama daha çok acıtır..
canımı!

o son ayrılışımızda sana gitme dedim.duymadın mı?ben mi bağıramadım.ben geri geldim sen yoksun.şimdi nerdesin ya da napıyorsun? bilmiyorum.
sigaramı yakıp.söndürüyorum.sen yokken keyfi yok yada sen yokken keyif yok.
derin derin çekiyorum son 3 nefesimi.son nefeslerim diyorum olmuyor bi daha alıyorum nalet ıstırabı.
olmuyor. yaşayamıyorum.
elinizden tutup omzunuzda ağlamak isteyişimin sebebi buydu beni yalnız bıraktınız.
içime ağladım ben hep güldüm sandınız
gitmeyin bayım gitmeyin.
acıtıyor.

sahildeki balıkçı ağlarını topluyor.
dudakları düşüyor bomboş ağa bakrken.balıklar da terketmiş onu.öyle bakıyor dudakları.
işte ben de öyle bakmıştım sana.

dar sokaklarda çocuklar oynuyor.
ah ben de çocuktum.
3 bilyem vardı onu da kaptırdım, gittiler.
bir senim kalmıştı yanıma onu da çaldı rüzgar.
bir sonbahar akşamında yağmurla.
uzun ama çiselirken.
acıyor korkuyorum.

degilsin olamazsın

Sen şair olamazsın.

Sen şair olamazsın
Elin kalem tutunca olmuyor işte
Sen seni yazamazsın
Yaprakların tutamaz.

Sen yağmuru koklayamazsın
Toprağa yalınayak basamazsın
Hiçbir yerden bir yere uçtunmu ki
Martılarla yarışamazsın

Açık denizleri tanımazsınki
Yunuslarla yüzemezsin
Anahtarlarını almadan
Kapıyı çarpıp gidemezsin

Sen şair olamazsın
Denize bakınca olmuyor işte
Sabahlara yazılmıyor
Güneşi uyutamazsın

Gidelim desem
Gelemezsin
Aitliğin var bu şehre
Oysa şair
Özgür olur
Oysa şair
Benim olur
Sen şair olamazsın
Olamazsın!

Değilsin…

Sevdiğin kadar değildir aşk
Ya da sevildiğin
Acı çektiğin kadar değildir yaşam
Nefes aldığın kadar değilsin

Ne Atilla ilhan değildi
Ne Shakspeare
Sen şair değilsin
Ne de şiirler senin
Bu gözyaşları benim değil

ya ağlarsın ya gülersin
güldüğün kadar değilsin
ateş değilsin barut değilsin
canımı yakan gözlerin değil
su değilsin hava değilsin
kalbimi durduran sen değilsin

gölgem değilsin, güneşin değilsin
öldüğün kadar kederli
güldüğün kadar neşeli
şair kadar eski
kalem kadar dertli değilsin

pamuk gibi yumuşak
kılıç kadar keskin
engin deniz gibi mavi
ne bir kaldırım taşı
ne dalgalar ne martılar
ne bir gökkuşağı
ne onlar kadar renkli değilsin
ne de renkler senin değil

toprak gibi vefalı
kum kadar çok
ana gibi yar
doğup büyüdüğüm diyar
elma kadar al değilsin

derenin akıntısına coşamazsın
bir melodiyle ağlayamazsın
sen şair olamazsın
ne de şiirler senin değil

kalem değilsin kağıt değilsin
kep değilsin mezun değilsin
cigaram değilsin tabla değilsin
yıldızlar kadar parlak
onlar kadar uzak değilsin
melek değilsin tuzak değilsin
nede onlar gibi yanıltıcı
tanrı değilsin
onun kadar yardımcı

acım değilsin kederim değilsin
ekmeğim değilsin ilacım değilsin
istersen git
derdim değilsin devam değilsin
sen çocuk değilsin

sus, sessiz değilsin
gitme, çarem değilsin
bu gördüğüm sen değilsin.
bari yaşadığımıza değsin
her nefesim değilsin.

gecenin en karanlik ani gunes dogumuna en yakin olanidir

hayatın bizden aldıkları..
hayatımdan herşeyi alan tüm sevenlerime..
hayat insanda bişiyleri koparır.lakin insana bişeyler de katar.
ama biz daha çok kopardıklarıyla ilgileniriz.çünkü kendimizi yıpratmaya çok hevesliyizdir ve mutsuzluğumuzla mutlu oluruz.gülerken ağlamak değildir işte hayat.ağlarken gülmektir.bu bir açıysa o zaman umudunu yitirmemek de değilmidir bu soluduğumuz hava.çaresizdir her insan ama mutludur işte.başta olamaz gibi gelir kulağa ama oluyor karşı kaldırımda güneyde kuzeyde komşunun evi ve belki şuan içimizde.yani alıp da bırakmıyor o acı.katıyorda binlerce.iyi yada kötü olduğuna biz kendimiz karar veririz.kimse bana bunu söylettiremez asla. çünkü iyidir.yani ağlarken mutlu oluyorsak bu bize bişi katmıştır mesela.her geçen saniye yeni bişi duymak görmek.hiçbirimiz dönüpte bunun nası mucizevi bi duygu olduğuna bakmadık.biz sadece bizi terkedenleri sonbaharı ceza aşklarımızı ev ödevlerimizi yitirdiklerimizi düşünürüz.bizden bişi almışlardır.
terkedenleri unutmak isteriz ama bize bir iz bırakmışlardır ki buda asla kötü bişi değildir.çünkü bir an bile olsa onlarla yaşamayı öğrenebilmişiz demektir bu..
sonbaharlar hüzünlüdür yaprak dökümüdür bazen.ama yerine yenisi çıkacaktır işte bi başka doğumdur bir nevi.yağmur yağar bulutların ağlaması gibi bişi işte.bırakın daha sonra güneş doğar diye sevinmeyi..o yağmur canlılara hayat verir bir çiçek serpilir, bazense bişiler alırken.bir böcek ölür belki.alır da, başka bir can verir.o anda bir bebek doğar.
aşklar unutulmazdır hele ilkse.ama aşık olup olmadığını anlayamaz insan.çoğu zaman olmamıştır ama mutludur.gidenin arkasından ağlar çünkü onunla geçirdiği güzel günleri düşünür.oysa bişiler katmıştır giden ona işte.bu yüzden ağlar terkedilen.hem aşık olmakda kolay değildir.giden yol almış da olsa bir kez aşk tadılmıştır.alabora olsada bir kayık bundan sonra ras gele..ağlamayı öğrenmek gülmeyi öğrenmekten daha zordur.gülerken ağlayamayızda ağlarken gülebiliriz mesela.
bir şair der ki:
giden birinin arkasından ağlarım
ağlarım içindeki o gülen neşesi
bana olan kaygıya dönüştü
ağlarım birlikte geçirdiğimiz güzel günlere

aslında şair terkedenle güzel günler geçirdiği için ağlamıyordur.yani pişman falan değildir
gözlerini yakan, dudaklarını büzen özlemdir.
buraya daha çok cümle yazmak isterdim ama her bitiş yeni bir başlangıçtır edebiyatına güveniyorum.
perdemi aralayn hafif rüzgar bana güneşi gösteriyor.birkaç dakika önce yağmuru gösterirken.

hayatımdan bişeyler alarak benim yaşamamı ve hala gülmemi sağlayan tüm dostlarıma.
almak katmaktır.

beni bulan bir yapraga yarim hikayem

"şair insan aşık olamaz"
koltuğun altına sıkıştırılmış gazete kağıdında gözüme çarpan bir başlıktı bu büyük harflerle kara kara işlenmişti.
duvara yazar gibi, çiviyle çakar gibi işlenmiş.
şair insan aşık olmaz

bunun aksini ispat etmeye çıktım.susturdular.ya aşkın ya şiirlerin adını karalayacaklardı.
ilk aşkı ilk ölümü olmuş.
ne demek bu? aşk yeni bir doğuş değil de nedir?

siyah ceketimi geçirtim boynumada kiremit rengi bir eşarp bağladım.
malum, mevsimlerden bahar.
sonbahar derler eylül ekim kasım...
bahar işte sonu başı olur mu?

yağmur yağıyordu bir banka kurulduğum sırada.
başımda hafif ışıklı bir sokak lambası
üstelim o bile titriyor
neden normal lambalar değil de bir tek onlar titrer
bunu hep düşünmüşümdür
o kadar mı eskiler, o kadar mı acı keder gördüler yada koşarken gülebilen insanları görüp kıskandılar.

yanımda bir çınar ağacı olduğunu farketmem için yağmur yağması gerekiyormuş.yada başıma bir yaprak düşmesi.ya düşerken kurudu yada kendini yitireli çok zaman geçti dedim kendi kendime

kurumuş ama hala dalına tutunabiliyor.du
en azından yanıma düşene kadar.
ben ona bakmazken o yanıma gelip oturmuştu bile yorgundu hastaydı titriyordu
belki bi çare görmüştü bende.
kimsenin göremediği bir ışık
belkide ben yakmıştım bunu ona

şair insan aşık olamaz
şair insan aşık olmaz.

ya bir yaprak bir şaire aşık olur mu?
neden olmasın?

sanat

çünkü biz sanat yaparız
haa öyle damdan düşer gibi olmaz
yazarız bazen
olaylar anlatırız yada olaylar yaratırız
bir insan yazarız ki hiç dünyaya gelmemiş
ama siz o insanı içinizde bulursunuz
herkese ve herşeye hitap eder bizim insanlarımız

bazen betimlemeye yetmez kalemimiz bir resim çekeriz
ister evin balkonundan ister şehrin göbeğinden
binbir renk gösterir siyah beyaz karelerimiz
ve o şehrin karmaşasında
kıyıda köşede
belki bir ormanda
kalabalıklar içinde yalnız
kendinizi bulursunuz

anlam arar doğa bizde
oysa hiçbir anlamımız yoktur içimizdekini dökmekten başka
bir resim çizeriz
tek bir göz
kara kalem
ve o gözün güldüğünümü yoksa ağladığınımı
size bırakırız
çünkü biz sanat yaparız

öyle beylik laflar etmicez
bir kulak verseniz
entel dantel insanlar
deyip geçtikleriniz
çünkü biz sanat yaparız

boynumuzda eşarbımız olmayabilir elimizde fırçamız
ve belki gözümüzde bir gözlük
taksici nebahat şapkası değildir sanat
yada dumanı tüten bir pippo
kalbimizde aşk varsa
çünkü biz sanat yaparız

bişeyler dizayn olur dünyada
bir durağı bile yeniden çizmek
yada çizilir olan şeyde durak
bir toka tokaya benzemezde
başka bişi olur mesela
çünkü biz sanat yaparız

bin resmi bir dakikaya
sığdırırz elimizde kamera
ve bazen bir ömür anlatırız
sadece o bin resimde

aşık oluruz en kalpten en saf
ömür adrız bazen saçmalığa
yanlış anlamayın saçma değildir de aşk
sanatın dışında bulunmaz

kimimiz kaleme kimimiz tanrıya
olmadı ota bözeğe sevdalanırız
çünkü biz sanat yaparız

güldürür ağlatırız
aşkı anlatır
soyutu somutlaştırırız
çünkü biz sanat yaparız

seveceksen...

Birini seveceksen
öyle kaşını gözünü sevmiceksin
seviceksin elbet
ama gözüne hasret olmayacaksın
bırak onlar senin gözlerine hasret olsunlar
bırak gözler sadece birbirlerini sevsin

birini seviceksen tanımicaksın onu
tanırsan yargılarsın
ve emin ol yargıdır bir insanı kurutan

onun dışında
severken başlarsan tanımaya
yine yargılarsın
onu tek meleğin gibi görürsün o zaman

tanımazsan aşkların en güzelidir
ve eğer o da seni tanımıyorsa
tanımak için en küçük bir çabası yoksa
YİNE DE seviyorsa

hiç bir tamlamaya ihtiyacı yok aşkın
tanısan tanımasan farketmez
sen sadece sev
ben seni severken
sadece beni sev

bencil olmicaksın seni sevene
elindekini bütünüylü paylaşacaksın
aşkını mutluluğunu hüznünü
ve ona da yaşatacaksın
sen ağlarken o seni teselli etmeyecek
sen gülerken ağlamayacak
sen ağlarken o ağlamicak
sen gülerken o kahkahalara boğulmicak
öyle seviceksin işte

öyle seviceksin
öylesine değil
seviceksin görünce kalbinin uçmaya kalktığını hissederek
ve en büyük çaban kalbini tutman olcak
dudakların belli belirsiz kıpırdanacak
ama saklamayacaksın srıtmanı
onu da tutarsan kalbin gibi
hiç bir zaman yanında hayal etme onu
ve o da eğer seviyorsa
yazık etme bir ömüre

ama bekle biraz daha bekle
çünkü zamanla olur herşey
sen duygularından eminsen
onun duygularından emin ol
ve eğer her şey tamamsa
seveceksin yalnızca

ama bağlanmayacaksın öyle hiç bir şeye
der CAN YÜCEL
çok seversen çok kırılırsın
ve o daha az severse yıkılırsın
AŞK deyince eşit değil denk olacaksın
şiir değil adil olacaksın
eğer seveceksen
takısız isim tamlaması olarak bırak
aşkı
bırak dudaklarını
bırak bedenini
seviceksen rezil olmayacaksın
aptal durumuna düşme de
yine de içinde kalırsa daha acır canın
seveceksin tabi
en doğal hakkın...

sev de asik olma

sana ilham veren şeylerden kaçma
eğer aşksa tüm umudun bırakma ki
hep çalsın hem söylesin yüreğin
ve bir gün gelince bin gün gelsin sana
sen yaşadıkça

arkanda bir orkestran olsun
duygularını insanlara anlatacak
sonra onlara kızma için kan ağlarken
güldüler diye
sen belli et hayatı
hayat seni değil
ve bir gün gelince arkanda desteğin olsun
ki kader sana fiske atmaya korksun

bir dostun olsun
ne yada nasıl önemsiz
ama gecenin bir yarısında kapısını çalıp
bi kahve içmeye gidecek olsan
elinde cezveyle karşılasın seni

insanları küçümseme geçmişini düşün
geçmişini düşün
şimdiki yerini
ve yükselişini hatırla

tek tek tırmandığın merdivenleri
bi solukta silemezsin
şimdiki yerini bil ve geleceğini planla
daha iyi yada daha kötü
inan bu bile fark etmez
1 saniye sonra ne olacağını
sen bile bilemezsin

aşık ol korkusuzca
eğer ölmeden önce gülmek istiyorsan
aşık ol
bu seni şimdi ağlatsa da sev birini
ve seni sevmelerine izin ver
sevdir kendini olmazsa

çünkü bir insanın kalbine işlemek kolaydır da
bir giyime bakar
eylemlerinle beyinlerine işle yüzyıllar geçince
ve onların beyinleri küflense bile
sen hep orda kal,
zaman durmaz akar
bir yere bebeğin annesine tutunması gibi asıl zamana
sarıl kollarınla sımsıkı
sahiplen onu

herkesin saniyesi bile kendine
bedava da senin yinede

yarın ölebilirim
bugün yada bu gece ölebilirim
ve ben bu harfimi bile tamamlayamayabilirim
hepimiz ölücez
hepimiz bir gün bir yerlerde bir şeyleri yarım bırakacağız
bugün bir şiiri
gece bir eğlenceyi
yarın bir aşkı

çok uzaklardan gözümüzü kısıp buraya bakacağız
kendimizi göreceğiz
biliyorum
ve o gün keşke deme
yarım bırakma hiç bir şeyi
ama körü körüne de bağlanma

sev de,
aşık olma...

cilekli tartlar

resimlere baktim
ne kadar cok degismisiz ne kadar cok degistirmisler bizi
"paristeki o resmimizde arkamizda gulen cocuklar var onlar mi degistirdi bizi?" dedi canan.yalnizligi busbutun bedenine yakistirmisti.oysa oyle herkese yakismaz yalnizlik.gerci nasil olduysa onda gercekten mutevazi ve gizli bir ask gibi duruyordu.herkes goruyordu ama gormemis gibi davraniyorlardi.nasil gormesinler en guzel acidan yapismisti ellerine.goruyorlardi ama gormemis gibi yapiyorlardi.zaten sonunu bu getirmisti beraberliklerinin.
canan ve marco 15 yil once tanismislardi.romada.ask cesmesinin 2 km uzagindaki o dondurmacida.italyandi marco.herkesin arayipta bulamayacagi turden saf kan bir asikti.yurumez diyenler oldu canana beliki kiskaniyorlardi.iki cocuklari oldu melisa ve asli dediler.melisa asli marco canan benedeco.bir de akil almaz yarmazlikta golden bir hav havlari vardi.
yazik oldu dogrusu aileye dedi victoria.cananin kadim dostuydu.benim bu yazdiklarimi okuduktan sonra.
orta halli bir aileydi benedecolar.romada 4 odali bir evleri ve istanbulda 2 apartman daireleri vardi.bir de canan cok sevdigi icin bodrumda bir devremulk.
saygi duyarlardi birbirlerine.marco asikti butun ailesine ve bir o kadar isine.bagliydi isine muhendisti.belki de bu bitirdi birlikteliklerini.hayir hayir marco onu bir sekreterle aldatmadi yani bu kadar monoton bir hayata siradisi bir ayrilik lazimdi.ama nereden bulacaktiki bu sessiz sakli aileyi.kimse inanmadi once.aile zaten darmadagin olmustu geriye bir tek marco ile canan kalmisti.
4 yil once melisa almanyaya kacti sevdigi adamla muratla.arada bir ariyor mail atiyor bazi noeller ziyaretlerine geliyordu.murati bir is kazasinda kaybedince istanbula yerlesti oglu emreyle.emre buyudu koskoca adam oldu diye duymustum.fakulteyi yeni bitirmistir heralde belkide evlenmistir.
asli esi cem ile beraber dunyayi dolasti ve en guzel ulke yi secip canadada bir apartman dairesi satin aldilar victoria da deniz kiyisinda sicak bir yuva.2 kizlari2 de ogullari oldu.ece melike enver ve deniz.hepsi okuyor enver ve ece gecen sene nisanlanmislar.dugun evi olacak yine.
marcoyla canana yazik oldu tabi.digerleri metropol dunyanin icine dalmislar is guc aile ucgeniyle bogusuyorlar.
marconun 20 senedir metresi var.o degistirdi canan ve marcoyu.evet herkes biliyordu ama bilmiyor gibi yapiyordu.kim fark etmezdiki net ve koyu bi berabelikti.ama marco canana asikti yemeklerine mirildandigi sarkilara fotograf cekmesine ve siiirlerine.hic bir sey degismedi yine canan kirmizi sapkasini degistirmedigi gibi marcoya olan askinida degistirmedi.cunku o da biliyordu marconun ona asik oldugunu ama hic bitmicekti degilmi?
marco bunalmisti bu oyunu oynamaktan canani pariste bir cafeye goturdu hic anilari olmayan bir cafeydi burasi.
canan ona bir kagit uzatana kadar marco ona ayrilmak istedigini nasil soyleyecegini planliyordu kafasinda.ama kagidi okuyup garsona 2 cilekli tart ismarlamakla yetindi.canan aglamaya basladiginda...
onu romaya goturdu her yeri karis karis gezdiler yemekler yediler fotograflar cektiler alisveris yaptilar cesit cesit kirmizi sapkalar aldilar siirler okudular filmler izlediler hic denemedikleri seyleri denediler...
ve bir gun canan marconun dizinde oldugunde marco onu hic birakmadi birkac gun sonra onu romada ask cesmesinin 4 km uzagindaki mezarliga gomduler.
2 km arasinda kalmisti tum hayatlari o mezarlik ile dondurmaci arasinda donup durmuslardi.
ve marco simdi ne zaman bir kirmizi sapka gorse bir cafeye gider ve 2 cilekli tart soyler.kose basindaki bir apartmanin merdivenlerine birakir tartlari.resimlerde arkadaki gulen cocuklar yesin diye...

icimdeki istanbul ol

evet kendimle yuzlesmekten korkuyorum
icimde okadar buyuttum ki seni son 1 bucuk senedir hic aynaya bakmadim
bir annenin cocugunu buyutmesi gibi buyuttum fidanin yesillenip cilek agaci olmasi gibi yeserttim
karsinda ben kizarirken seni sadece yeserttim evet
senden sadece susmani beklerken ben o kadar cok sey soyledim ki
simdi dusunup pisman mısın desen hayir derim yine
hep de hic pismanlik yok icimde
ama umudumla buyuttum seni kesersem olecegini bilerek
gormek istedigim seylerle buyuttum ve insanlarda sadece gormek istediklerimi soylemelerini bekledim
aksini soyleyenlere kizdim.dogrulara kizdim kusup koseme cekildim bazen
onlar yanlis biliyor
ama ayni sarkinin devami
onlar yanlis biliyor
kimsenin sucu degil bu onun sucu degil bu kader oyunu degil bu
bu benim sucum
evet aslinda benim sucum icimdeki o kucuk ne kadar ne sucu sen yapacagini yaptin dese de mantiken hic bisi yapmadim yani gozle gorulur
sadece baktim ve sen o bakisi goremeyince gozle gorulur olamadi
belki gordun ve tepki verdin ama ben dogrulara o kadar sirt cevirmistim ki daha iyisini bekliyordum
daha dogru olsa icim daha az aciyacakti sanki
cok agladim
acini baskalarinda unutmaya calistim
cok insan yiprattim cok kagit tukettim unutmak icin seni
ama o insanlar gelip bir gun hesap sorduklarinda yuzumu gizleyecek kagidim kalmadi
cok agladim senin icin hem de nedensiz biliyor musun
sen hic bisi dusunmezken ben dusunmedigin icin agladim
insanlarin nerden biliyorsun dusunmedigini demelerini bekledim belki
ama yalani onlardan duyunca daha da cok sinirlendim cunku yalana o kadar alismistim ki dahasini istiyordum
tipki bi esrarkesin uyusturucu krizi gibiydi
ben giderken senin kalmamani bekledim
hersey belirsizken yalanlari sucladim
ama sorsan sana nefretim ne kadar
hic derim hem de hic nefretim yok
hala ilk gunku gibi seviyorum ben seni
vaz gectigimi dusunmeni de istemiyorum
o zaman sadece susalim
insanlar dogrular ve yalanlar arkamizda atip tutarken biz sadece susalim
var misin?

istersen benimle gel
icimdeki istanbul ol
istanbulu senden cok seviyor degilim
bazilari sarki soyler bazilari siir yazar
ben seni yazdim seni soyledim
bu mektubum sana...